22 Şubat 2017 Çarşamba

Aynı Bokun Laciverti

Bi söz anca bu kadar tercüman olabilirdi şu an yaşadıklarıma sanırım. İkinci dönem adına çok umutluydum aslında, yeni arkadaşlıklar, yeni tecrübeler diye düşünürken hiçte öyle olmadı. Tamam, belki bu ön yargıya varmak için çok erken olabilir ama en azından şu anlık ben böyle hissediyorum. Türkiye'yi öyle  özledim ki. Ben bile kendime inanamıyorum. Ama bir yandan da Erasmus hiç bitmesin istiyorum. Bi yandan da gerçekten bunaldım artık. İçimdeki ses diyor ki, bu hislerim Türkiye'ye gidene kadar baki kalacak. Sonrasında "ben niye burdayım" sorgulamalarına geri dönecek gibiyim. Ülkemin toplum yapısını bozan insanları çıkartsam, efsane bi kampa toplayıp onları eğitimli, ferah düzeyleri yüksek insanlara dönüştürüp geri bıraksam ülkeye ülkece rahatlayacağız. Eğitim önemli, gerçekten. Türkiye gördüğüm bir çok ülkeden çok daha daha ilerde bir ülke. Ama insanlarımız hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu kadar dert yakınma yeterse yazıma başlıyorum. Şimdiden iyi okumalar, Türkiye'de olanlar benim yerime taşı toprağı öperse sevinirim. 

Geçen yazımda bahsettiğim o geziyle başlamak istiyorum.

 İlk durağımız Oslo'ydu ve indiğimiz havaalanı şehir merkezine 1 saat uzaklıktaydı. Kafamızdaki düşünce ne kadar az para harcayabilirsek o kadar iyi olduğu için başladık etrafımızdaki insanlara şehir merkezine mi gittiklerini sormaya. Arkadaşım Leh bir çift buldu, bizi şehir merkezine kadar bıraktılar. Ben gayet otostop çektik, para ödemicez mantığıyla bakıyodum olaya fakat şehir merkezine geldiğimizde öyle olmadığını anladık. Leh abimiz otobüsün yarı fiyatı paramızı aldı ve bize "Norveç'te hiçbir şey bedava değildir" dedi. Dedim hadi öyle olsun abicim, arabada güzel güzel konuşurken iyiydi.. sklfjlskdjf neyse şehirde azıcık gezindik, sırtımızda çantalar olduğu için ilk gün çok abartmak istemedik. Hostumuz şehir merkezine yarım saatlik uzaklıkta oturuyordu ve evine gitmemiz için otobüse binmemiz gerek idi. Bilet fiyatları desen aşşşşırı pahalı, tek gidiş 4 euro dedim sen napıyosun abi, öyle olunca kaçak bindik. Tüm yolculuk boyunca diken üstünde gidiyosun çok stresli bi durum illallah ettim tüm Oslo'da kaldığım süre boyunca. Bi kez tam yakalanmak üzereydik, otobüsten indik, kontrolcüler bize otobüsün içinden el salladılar fdjgkdf bak hala aklıma geldikçe gülüyorum. Oslo'da 4 gece 5 gün kaldık ama bi 5 gün daha verseler kalırdım.. Bi daha imkanım olsa tekrar giderim, öyle güzel bi şehirdi. Oslodayken en çok kurduğumuz cümle bu şehrin 10 sene ileride yaşadığıydı. 

Hostumuzun manzarası
Kuş kardeeeeğğşş


En sefdiğim poz, haberim yokmuş gibi çek



İkinci durağımız Varşova'ydı. Burda 2 gece 3 gün kaldık ve hostumuz Türktü. Şehir ehhh yani görülecek pek bi yanı yok açıkcası ama gerçekten ucuz bi ülke. Bu şehrin kendine has bi kokusu vardı ve kokladığım en güzel şehir diyebilirim. Sokaklardaki banklarda bir buton var ve bastığınızda Chopin çalmaya başlıyor, çok hoştu.


 
Rus&İtalyan-Rus&Alman-Hırvat&Boşnak ve Türk karışımı






Sonraki durağımız Maaaalmö idi. İsveçlilerin yaratıcı zekaları nasıl bu kadar gelişmiş gerçekten bilmiyorum ama mükemmel bir milletler. Malmödeki hostumuz Letondu. Malmö havaalanından şehir merkezine otostop çekerken şansımıza bizi Boşnak birisi arabasına aldı ve havadan sudan konuşurken zamanında Norveç'te bir Türkle birlikte yaşadığını ve arabasında Türkçe şarkılar olduğunu söyledi ve MURAT KEKİLLİ BU AKŞAM ÖLÜRÜM açtı dfshuashdhf. Sonrasında MFÖ de açtı sağolsun ama o şok bana yeterdi. 




İskandinavyadaki en uzun bina
 
En büyük kurtarıcımız, sandviçlerimiz!

Sondan bir önceki durağımız, Kopenhagtı ve bu şekilde İskandinavyanın hepsini gezmiş bulundum. Kopenhag diğer şehirlerden çok daha farklı, çok daha teknolojik bir şehirdi. Kendimi biraz daha İstanbul'da hissettirdi bana. Burda da toplu taşıma çok pahalı olduğu için yine kaçak bindik ve kapının önünde beklerken kontrolcü aniden içeri girdi, kendimi nasıl dışarı attığımı hatırlamıyorum o an hadkfjsdj. Şehrin içerisinde Christiana özerk bölgesi var, ot içmek serbest ve her yerde torbacılar var. O bölgede fotoğraf çekmek yasak olduğundan dolayı fotoğraf çekemedim :(. Şehrin sokakları ot kokuyordu zaten, öyle bir şehirdi. Yaşam standartları çok yüksek bi şehir. Osloyla Kopenhag kapışır her türlü. 










Kopenhag'ın ardından Kaunas'a geçiş yaptık, arkadaşlarım orda kalmayıp Riga'ya döndüler ama ben 4-5 gün civarı Kaunas'ta kaldım. Daha önceden Litvanyaya gitmiştim ve Vilnius'a aşık olmuştum önceki yazımdan hatırlayacak olursanız ama Kaunas için aynısını söyleyemeyeceğim. Birincisi zaten küçücük bir şehir, ikincisi Litvanya çok gelişmiş bir ülke olmadığından dolayı çok da bir şey beklememek gerekiyor. 


9th Fort isimli yere gittim. Burası önceden Yahudi hapishanesiymiş ve Yahudiler burada katledilirmiş. Burası bana insan ırkını sorgulattı ve çok duygusal anlar yaşattı. Kaunas'ın ardından Riga'ya geri döndüm. 


11 günlük bu gezimde -Kaunas hariç- 300 euro bütçeyle gitmiştim ama 120-150 euro arası bir harcamam oldu. Bundaki en büyük etken yemekleri hep kaldığımız evlerde yaptık, öğlenleri yine yaptığımız sandviçleri yedik, her şeyi indirgeyerek yaşamaya çalıştık yani. Letonya'dan yanımıza aldığımız yemekler bitmek üzereyken Polonya'da olduğumuz için ve orası da ucuz bir ülke olduğu için Polonya'dan yanımıza doldurduk yine yemekleri. Yolda olduğumuz tüm süre zarfında aslında her şey anlattığım kadarıyla ve göründüğü kadarıyla çok güzel gözüküyor ama bir de işin gerçek yüzü var. Her gün ortalama 10 km civarı yürümek, sağlıksız beslenmek, düzgün uyuyamamak, uyuduğun yerin rahat olmaması, sırtında yaklaşık 8 kg bir yük olması insanı çok yıpratıyor. Arkadaşlarımla konuşurken ve onlar bana "ya çok şanslısın" tarzı şeyler söylerken şanslı olduğum konusunda ben de onlara katılıyordum ama onlar bunun ne kadar yorucu olduğunu göremiyorlardı. Yine de çoğu kişinin dediği gibi, yol insana çok şey katıyor ve insanın gördükçe göresi geliyor, yetinemiyor. 

Bunların sonrasında bir de Minsk'e gitme hikayem oldu ama gerçekten Minsk hakkında konuşmak istemiyorum ya dfhjsdhfjk. Gittiğime, gidiceğime pişman oldum diyebilirim. Aşırı sıradan bir şehir, ne kendine has çok bir şeyi var ne de başka bi özelliği var. 

Ders konularını hala tam anlamıyla halletmiş değilim, baya da rahat davranıyorum, bunun sonucu bana çok kötü bir şekilde dönecek gibi sanki ama bakalım.. Bu dönem Rusça almaya başladım, aşırı zor bir dil değil ve öğrendikçe öğrenesim geliyor gerçekten. Sonunda kendi bölümümle ilgili dersler alabiliyorum bu dönem, geçen dönem reklamcılıkla ilgili bir tane bile dersim yoktu, bu dönem 4 tane var. 

Tüm bu Erasmus sürecinde kendime çok fazla kattığım şey oldu belki evet ama aynı zamanda kendimden birçok şey kaybettim. Kitap okuyamıyorum artık eskisi gibi ve kendimi geliştiremiyorum. O kadar laylaylom bir hayat yaşıyorum ki Türkiye'ye temelli döndükten sonra Boğaziçi Köprüsünden atlamışım da denize çakılmışım etkisi yaşayacağım sanırım. Bu dönem bu konuda kendimi biraz daha zorlamaya çalışacağım. 

Yavaş yavaş aslında Erasmus'un gerçekten bitmek üzere olduğunun farkına varıyorum ve içimi tarif edilemez bir burukluk kaplıyor. Bitmek üzere dediğim de daha en az 4 ayım var ve daha şimdiden böyleyim. Riga'da olmadığım süre zarflarında Riga'yı özlemeye başladım artık. 

Seni seviyorum Riga. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder