Bi söz anca bu kadar tercüman olabilirdi şu an yaşadıklarıma sanırım.
İkinci dönem adına çok umutluydum aslında, yeni arkadaşlıklar, yeni tecrübeler
diye düşünürken hiçte öyle olmadı. Tamam, belki bu ön yargıya varmak için çok
erken olabilir ama en azından şu anlık ben böyle hissediyorum. Türkiye'yi öyle
özledim ki. Ben bile kendime inanamıyorum. Ama bir yandan da Erasmus hiç
bitmesin istiyorum. Bi yandan da gerçekten bunaldım artık. İçimdeki ses diyor
ki, bu hislerim Türkiye'ye gidene kadar baki kalacak. Sonrasında "ben niye
burdayım" sorgulamalarına geri dönecek gibiyim. Ülkemin toplum yapısını
bozan insanları çıkartsam, efsane bi kampa toplayıp onları eğitimli, ferah
düzeyleri yüksek insanlara dönüştürüp geri bıraksam ülkeye ülkece
rahatlayacağız. Eğitim önemli, gerçekten. Türkiye gördüğüm bir çok ülkeden çok
daha daha ilerde bir ülke. Ama insanlarımız hakkında aynı şeyi
söyleyemeyeceğim. Bu kadar dert yakınma yeterse yazıma başlıyorum. Şimdiden iyi
okumalar, Türkiye'de olanlar benim yerime taşı toprağı öperse sevinirim.
Geçen yazımda bahsettiğim o geziyle başlamak istiyorum.
İlk durağımız Oslo'ydu ve indiğimiz havaalanı şehir merkezine 1 saat
uzaklıktaydı. Kafamızdaki düşünce ne kadar az para harcayabilirsek o kadar iyi
olduğu için başladık etrafımızdaki insanlara şehir merkezine mi gittiklerini
sormaya. Arkadaşım Leh bir çift buldu, bizi şehir merkezine kadar bıraktılar.
Ben gayet otostop çektik, para ödemicez mantığıyla bakıyodum olaya fakat şehir
merkezine geldiğimizde öyle olmadığını anladık. Leh abimiz otobüsün yarı fiyatı
paramızı aldı ve bize "Norveç'te hiçbir şey bedava değildir" dedi.
Dedim hadi öyle olsun abicim, arabada güzel güzel konuşurken iyiydi..
sklfjlskdjf neyse şehirde azıcık gezindik, sırtımızda çantalar olduğu için ilk
gün çok abartmak istemedik. Hostumuz şehir merkezine yarım saatlik uzaklıkta
oturuyordu ve evine gitmemiz için otobüse binmemiz gerek idi. Bilet fiyatları
desen aşşşşırı pahalı, tek gidiş 4 euro dedim sen napıyosun abi, öyle olunca
kaçak bindik. Tüm yolculuk boyunca diken üstünde gidiyosun çok stresli bi durum
illallah ettim tüm Oslo'da kaldığım süre boyunca. Bi kez tam yakalanmak
üzereydik, otobüsten indik, kontrolcüler bize otobüsün içinden el salladılar
fdjgkdf bak hala aklıma geldikçe gülüyorum. Oslo'da 4 gece 5 gün kaldık ama bi
5 gün daha verseler kalırdım.. Bi daha imkanım olsa tekrar giderim, öyle güzel
bi şehirdi. Oslodayken en çok kurduğumuz cümle bu şehrin 10 sene ileride
yaşadığıydı.
Hostumuzun manzarası |
Kuş kardeeeeğğşş |
En sefdiğim poz, haberim yokmuş gibi çek |
İkinci durağımız Varşova'ydı. Burda 2 gece 3 gün kaldık ve hostumuz Türktü. Şehir ehhh yani görülecek pek bi yanı yok açıkcası ama gerçekten ucuz bi ülke. Bu şehrin kendine has bi kokusu vardı ve kokladığım en güzel şehir diyebilirim. Sokaklardaki banklarda bir buton var ve bastığınızda Chopin çalmaya başlıyor, çok hoştu.
Rus&İtalyan-Rus&Alman-Hırvat&Boşnak ve Türk karışımı |
Sonraki durağımız Maaaalmö idi. İsveçlilerin yaratıcı zekaları nasıl bu
kadar gelişmiş gerçekten bilmiyorum ama mükemmel bir milletler. Malmödeki
hostumuz Letondu. Malmö havaalanından şehir merkezine otostop çekerken
şansımıza bizi Boşnak birisi arabasına aldı ve havadan sudan konuşurken
zamanında Norveç'te bir Türkle birlikte yaşadığını ve arabasında Türkçe
şarkılar olduğunu söyledi ve MURAT KEKİLLİ BU AKŞAM ÖLÜRÜM açtı dfshuashdhf.
Sonrasında MFÖ de açtı sağolsun ama o şok bana yeterdi.
İskandinavyadaki en uzun bina |
En büyük kurtarıcımız, sandviçlerimiz!
Sondan bir önceki durağımız, Kopenhagtı ve bu şekilde İskandinavyanın
hepsini gezmiş bulundum. Kopenhag diğer şehirlerden çok daha farklı, çok daha
teknolojik bir şehirdi. Kendimi biraz daha İstanbul'da hissettirdi bana.
Burda da toplu taşıma çok pahalı olduğu için yine kaçak bindik ve kapının
önünde beklerken kontrolcü aniden içeri girdi, kendimi nasıl dışarı attığımı
hatırlamıyorum o an hadkfjsdj. Şehrin içerisinde Christiana özerk bölgesi
var, ot içmek serbest ve her yerde torbacılar var. O bölgede fotoğraf çekmek
yasak olduğundan dolayı fotoğraf çekemedim :(. Şehrin sokakları ot kokuyordu
zaten, öyle bir şehirdi. Yaşam standartları çok yüksek bi şehir. Osloyla
Kopenhag kapışır her türlü.
Kopenhag'ın ardından Kaunas'a geçiş yaptık, arkadaşlarım orda kalmayıp
Riga'ya döndüler ama ben 4-5 gün civarı Kaunas'ta kaldım. Daha önceden
Litvanyaya gitmiştim ve Vilnius'a aşık olmuştum önceki yazımdan hatırlayacak
olursanız ama Kaunas için aynısını söyleyemeyeceğim. Birincisi zaten küçücük
bir şehir, ikincisi Litvanya çok gelişmiş bir ülke olmadığından dolayı çok da
bir şey beklememek gerekiyor.
9th Fort isimli yere gittim. Burası önceden Yahudi hapishanesiymiş ve
Yahudiler burada katledilirmiş. Burası bana insan ırkını sorgulattı ve çok
duygusal anlar yaşattı. Kaunas'ın ardından Riga'ya geri döndüm.
11 günlük bu gezimde -Kaunas hariç- 300 euro bütçeyle gitmiştim ama
120-150 euro arası bir harcamam oldu. Bundaki en büyük etken yemekleri hep
kaldığımız evlerde yaptık, öğlenleri yine yaptığımız sandviçleri yedik, her
şeyi indirgeyerek yaşamaya çalıştık yani. Letonya'dan yanımıza aldığımız
yemekler bitmek üzereyken Polonya'da olduğumuz için ve orası da ucuz bir ülke
olduğu için Polonya'dan yanımıza doldurduk yine yemekleri. Yolda olduğumuz
tüm süre zarfında aslında her şey anlattığım kadarıyla ve göründüğü kadarıyla
çok güzel gözüküyor ama bir de işin gerçek yüzü var. Her gün ortalama 10 km
civarı yürümek, sağlıksız beslenmek, düzgün uyuyamamak, uyuduğun yerin rahat
olmaması, sırtında yaklaşık 8 kg bir yük olması insanı çok yıpratıyor.
Arkadaşlarımla konuşurken ve onlar bana "ya çok şanslısın" tarzı
şeyler söylerken şanslı olduğum konusunda ben de onlara katılıyordum ama
onlar bunun ne kadar yorucu olduğunu göremiyorlardı. Yine de çoğu kişinin
dediği gibi, yol insana çok şey katıyor ve insanın gördükçe göresi geliyor,
yetinemiyor.
Bunların sonrasında bir de Minsk'e gitme hikayem oldu ama gerçekten Minsk
hakkında konuşmak istemiyorum ya dfhjsdhfjk. Gittiğime, gidiceğime pişman
oldum diyebilirim. Aşırı sıradan bir şehir, ne kendine has çok bir şeyi var
ne de başka bi özelliği var.
Ders konularını hala tam anlamıyla halletmiş değilim, baya da rahat
davranıyorum, bunun sonucu bana çok kötü bir şekilde dönecek gibi sanki ama
bakalım.. Bu dönem Rusça almaya başladım, aşırı zor bir dil değil ve
öğrendikçe öğrenesim geliyor gerçekten. Sonunda kendi bölümümle ilgili
dersler alabiliyorum bu dönem, geçen dönem reklamcılıkla ilgili bir tane bile
dersim yoktu, bu dönem 4 tane var.
Tüm bu Erasmus sürecinde kendime çok fazla kattığım şey oldu belki evet
ama aynı zamanda kendimden birçok şey kaybettim. Kitap okuyamıyorum artık
eskisi gibi ve kendimi geliştiremiyorum. O kadar laylaylom bir hayat
yaşıyorum ki Türkiye'ye temelli döndükten sonra Boğaziçi Köprüsünden
atlamışım da denize çakılmışım etkisi yaşayacağım sanırım. Bu dönem bu konuda
kendimi biraz daha zorlamaya çalışacağım.
Yavaş yavaş aslında Erasmus'un gerçekten bitmek üzere olduğunun farkına
varıyorum ve içimi tarif edilemez bir burukluk kaplıyor. Bitmek üzere dediğim
de daha en az 4 ayım var ve daha şimdiden böyleyim. Riga'da olmadığım süre
zarflarında Riga'yı özlemeye başladım artık.
Seni seviyorum Riga.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder