Benim için yazması en zor yazılardan biri bu olacak sanırım. Salak salak gülüyorum şu an, gerçekten bittiğinin başka bir göstergesi olarak bu yazıyı yazıyorum. Alışmam gerek. Bitti.
Sanki hiç bitmeyecek gibiydi o uzun geceler, sabah yokmuşcasına içip hiçbir şey hatırlamadığım o günler. Delirirmişcesine, yarın yokmuş gibi dans ettiğim o partiler. Tanıştığım bi ton insan, alıştığım çok çok fazla şey. Benden giden şeyler ve kendime kattığın anlar. O boktan yurt odam. Zor, çok zor. Bugüne kadar hep kaçtım bunları düşünmekten. Sanırım zamanı şu an, her şeyle yüzleşmem gerek.
Türkiye'deki hayatımdan bambaşka bir hayat yaşadım orada. Ne kadar anlatırsam anlatayım hep bir şeyleri eksik kalır. Oradayken yeterince yaşayamıyormuşsun gibi geliyor ama sonrasında anlıyorsun aslında fazla fazla yaşadığını. Sorun da bu ya, fazla yaşamaya alışmak. "Normallik" denen şeye dönmek çok zor oluyor. Ona dönmemek için çok çalıştım. Türkiye'ye döner dönmez tekrar yurtdışına çıktım. Bu bi nebze acımı azaltmış olsa da daha da arttırdı ardından. Dayanamayacak gibi oldum. İstanbul'da duramaz hale geldim. Delirdiğimi düşündüm. Geçen seneyi hiç yaşamamışım gibiydi sanki. Doğum günümü hatırlamıyordum bile, belki ondandı tüm bu etki.
Yapacak çok fazla şey buldum ama her birinde içime daha çok gömüldüm. Etrafımdan gelen "amma abarttın ha" isyanları beni daha da dibe gömdü. Gömüldüğüm yerde kendime başka bir dünya kurdum. Çünkü siktirip gidebilirlerdi. Artık beni hiçbir şey durduramazdı.
Ama beni en çok üzen şey de, dışarda gördüğüm insanlara gülümseyememek oldu. Tanımadığın insanın gözlerinin içine sadece mal mal bakmak o kadar zoruma gitti ki Türkiye'ye ilk temelli dönüşümde. Bu insanlar neden bu kadar mutsuz sorusunu o kadar sordum ki kendime. Yurtdışındaymış gibi gülümsesem ne tepki verirler diye o kadar sorguladım ki. Yemedi gülümsemek. Çünkü ben değişmiş olsam da insanlar hala aynılardı, aynı kalacaklardı.
Çok dalga konusu oldum, umrumda da değil hiçbiri. Umarım siz bunlardan daha iyilerini yaşarsınız, o zaman beni anlarsınız. Sizin negatifliğiniz beni sikseler sizin tarafına çekemez. Dedim ya, beni gömdüğünüz yerde bile kendime yeni bi dünya yaratacak bi insan haline geldim.
Ben eski Erva değilim, olmaya da niyetim yok. Hayatımda çok çok büyük bir dönüm noktası olması gerek bunun için. Bunun olmasına da elimden geldiğince izin vermeyeceğim.
Şimdilik hayattan tek isteğim okulu bir an önce bitirip bir şekilde yurtdışında master yapmak. Buralarda daha fazla kalamayacağımı anladım. Bir kere alışınca insan daha fazlasına, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Olmasın da.
Kabul etmesem de, zorlu bir dönemden geçiyorum. Bunun bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim. Bir kutu light dondurmayı kaşıklarken yazıyorum bunları. Öyle bir zor dönem. Dondurmanın light olmasının sebebi de Erasmus'ta aldığım kilolar. -kamu spotu- alkol ve munchies dostunuz değildir. -kamu spotu-
Şimdi zamanımı geleceğime dair planlar yaparak, bol bol yazarak, çizerek, okuyarak, izleyerek geçiriyorum. Erasmus'a gidecek olanlara yardım ediyorum. Erasmus'un benden aldıklarını doldurmaya çalışıyorum.
Kötülüyormuşum gibi anlaşılmasını istemem, hayatımda deneyimleyemeyeceğim şeyler yaşadım. Benden çok şey aldı belki ama o kadar çok fazla şey geri verdi ki. Hepsi için de müteşekkirim.
Fakat dediğim gibi, bitti.
Erasmus Maceram!
13 Ağustos 2017 Pazar
27 Mayıs 2017 Cumartesi
Hiçbir zaman düzgün bi isim bulamayacağım
Merhaba sevgili okuyan,
Bu sabah tersimden kalktım ve tersimden kalmışken neden yazı yazmayayım dedim ve işte burdayım, bu satırları yazıyorum. Bi önceki yazımda Erasmusun gerçek yüzünden bahsedeceğimi söylemişim, şu an o konuda emin değilim daha farklı şeylerden konuşmak istiyorum ama belli de olmaz, öyle bi psikoloji içindeyim yani. Sanırım önce gezilerim hakkında konuşacağım.
Hatırlıyo musunuz bilmiyorum, Hollanda, Belçika ve İsveç'e gitme durumum vardı. Tabi oraya yazdığım planlar gibi ilerlemedi hiçbi şey bu zaten gezmenin birinci kuralı falan yani.
Hollandada sadece Eindhoven ve Amsterdam'ı görebildim. Eindhoven'ı nasıl anlatsam bilemiyorum, minnacık çok tontiş bi şehir. Resmen emekli olduktan sonra gel yaşa. Ölü bi şehir, çoğu merkezi olmayan Avrupa şehirleri gibi, ya da neden sadece Avrupa diyorsam, çoğu merkezi olmayan şehirler gibi. Ama şöyle bi şey var ki, bu köyden çatma şehirde bile medeniyet üst noktada. Her şey var. Yani Eindhoven şehir olarak belki bi Manisa olabilir ama içerik olarak İstanbul kıvamında diyebilirim. Şehrin içeriği de oluyormuş, kendi yazımdan öğrendim şu an. Bizim kaldığımız ev Eindhovendaydı yani Eindhoven'dan Amsterdam'a trenle gitmek zorundaydık. Şimdi yapılan şerefsizliği anlatıyorum. İnternet üzerinden biletimizi aldık (Amsterdam'a ikinci gidişimizdi o gün), bilet için de telefon uygulaması var, onu indirdik telefonumuza gidiyoruz. Kontrolcü geldi, biletleri sordu telefonu gösterdik bu biletler geçerli sayılmıyor, tekrardan bilet almanız gerek falan diyor. Dedim kimse bilet almicak burda, elimizde bilet varken siz bizden bi daha bilet isteyemezsiniz. Biletinizi bastırmanız gerekiyodu diyo (ki yalan, sonrasında sorarak doğrulattık) dedim o zaman bu uygulama niye var yani, kendi uygulamanızdaki bileti kabul etmiyosunuz. Adam belli, sorun çıkartmaya çalışıyo. Tamam dedi size bi tane bilet kesicem onunla gidebilirsiniz (3 kişiyiz) dedim bu mu sizin adaleti sağlama şekliniz, 3 kişiye 1 tane bilet kesiyosunuz (içimden diyorum ki şerefsiz para alabiliceğini sanıyo HELE BENDEN NAH), tamam o zaman senin istediğin gibi olsun üçünüze de bilet kesicem dedi, böyle bi hakkınız yok, parayı ödemicez dedim. Polis çağırıcam dedi çağırın dedim ama bi yandan sinirimden kendimi yiyorum çünkü yanımdakiler pısırık gibi hiçbi şey demiyolar. Buldukları tek çözüm tamam bi sonraki durakta inelim oldu. Sonra başka bi kontrolcü geldi, bi şeyler konuştular, adam dedi tamam bu seferlik gidin ama bi daha sizi görürsem 3 katı para alırım. Hala hatırladıkça sinirleniyorum. Yolcular hiçbi şey demediler tüm bu tartışma sırasında ama kontrolcü gittikten sonra adamın haksız olduğunu söylediler bana SAĞOLUN CİDDEN TAM ZAMANINDA SÖYLEDİNİZ. Her neyse Amsterdam'a geldik bi şekilde tekrardan. Çok çok güzel bi şehir. Kendine has bi havası var (hahahahaha). Red light district gezmekle bitmiyo resmen, bi gecemizi ona harcadık. Coffeeshoplar hakkında konuşmak istemiyorum bile (konuşamıyorum demiyo da, neyse). Kendimi nadir olarak gerçekten rahat hissettiğim şehirlerden biriydi (kendi kendime parantez açıp komik bi şeyler yazıp kapatmak istiyorum ama tamam yapmicam). Pahalı mıydı, evet pahalıydı ama değer mi, tabi ki değer. Gidecek şansım olsa hiç durmam giderim.
Belçika'ya geçtik sonrasında, ilk şehrimiz Brugge'du. ALLAHIM ŞEHİR HALA AKLIMDAN ÇIKMIYO ÇOK GÜZEL Bİ ŞEHİR. Ama işte yine sorun olarak, ölü. Küçük. Güzel bi arkadaş grubun olduktan sonra efsane yaşanır orda ama. Aklımdasın, Brugge, bebeğim. Kaldığımız hostel de efsaneydi. Özlenecek şehirlerden biri. Sonrasında Brüksel'e geçtik, çok büyük beklentilerle gelmiştim ama resmen meh bi şehir. Kocaman bir MEH. Gitmeseniz çok fazla bi şey kaybetmezsiniz yani. Biz Brüksel'in ghetto taraflarına gittik çoğunlukla, bunun da etkisi olmuş olabilir. Şehrin büyük bi kısmı ghetto bence zaten. Brükselde de redlight district var ama tabi ki bi Amsterdam değil. Hatta karşılaştırılamaz bile.
Buraların ardından Stockholm'e geçtim ama onu başka bi yazımda anlatmayı düşünüyorum. 19 Haziran'da İstanbul'a geri dönüyorum. Ama bunu bi son olarak düşünmüyorum çünkü 26 Haziranda Viyana'ya uçuyorum! Şimdilik planım Viyana-Bratislava-Bupapeşte-Prag-Milan-Venedik ve ardından belki Balkan turu yaparak eve geri dönmek. Gezimin büyük bi çoğunluğunda tek başıma olucam, bazı kısımlarında Beyza'yla birlikte olucaz diye planladık, bakalım nasıl olucak.
Şimdilik gidiyorum ama yakında tekrardan geri dönmeyi umuyorum. Kendinize iyi bakın.
Bu sabah tersimden kalktım ve tersimden kalmışken neden yazı yazmayayım dedim ve işte burdayım, bu satırları yazıyorum. Bi önceki yazımda Erasmusun gerçek yüzünden bahsedeceğimi söylemişim, şu an o konuda emin değilim daha farklı şeylerden konuşmak istiyorum ama belli de olmaz, öyle bi psikoloji içindeyim yani. Sanırım önce gezilerim hakkında konuşacağım.
Hatırlıyo musunuz bilmiyorum, Hollanda, Belçika ve İsveç'e gitme durumum vardı. Tabi oraya yazdığım planlar gibi ilerlemedi hiçbi şey bu zaten gezmenin birinci kuralı falan yani.
Eindhoven |
Eindhoven |
Amsterdam |
Amsterdam |
Red Light district, bu sadece minik bi kısmı çünkü çoğu yerinde fotoğraf çekmeniz yasak |
Belçika'ya geçtik sonrasında, ilk şehrimiz Brugge'du. ALLAHIM ŞEHİR HALA AKLIMDAN ÇIKMIYO ÇOK GÜZEL Bİ ŞEHİR. Ama işte yine sorun olarak, ölü. Küçük. Güzel bi arkadaş grubun olduktan sonra efsane yaşanır orda ama. Aklımdasın, Brugge, bebeğim. Kaldığımız hostel de efsaneydi. Özlenecek şehirlerden biri. Sonrasında Brüksel'e geçtik, çok büyük beklentilerle gelmiştim ama resmen meh bi şehir. Kocaman bir MEH. Gitmeseniz çok fazla bi şey kaybetmezsiniz yani. Biz Brüksel'in ghetto taraflarına gittik çoğunlukla, bunun da etkisi olmuş olabilir. Şehrin büyük bi kısmı ghetto bence zaten. Brükselde de redlight district var ama tabi ki bi Amsterdam değil. Hatta karşılaştırılamaz bile.
Brugge |
Brugge |
Brüksel |
Brugge |
Buraların ardından Stockholm'e geçtim ama onu başka bi yazımda anlatmayı düşünüyorum. 19 Haziran'da İstanbul'a geri dönüyorum. Ama bunu bi son olarak düşünmüyorum çünkü 26 Haziranda Viyana'ya uçuyorum! Şimdilik planım Viyana-Bratislava-Bupapeşte-Prag-Milan-Venedik ve ardından belki Balkan turu yaparak eve geri dönmek. Gezimin büyük bi çoğunluğunda tek başıma olucam, bazı kısımlarında Beyza'yla birlikte olucaz diye planladık, bakalım nasıl olucak.
Şimdilik gidiyorum ama yakında tekrardan geri dönmeyi umuyorum. Kendinize iyi bakın.
12 Nisan 2017 Çarşamba
Bilemiyorum Altan
Privet! (Rusça öğrenmeye başlayınca ben)
Her neyse. Yolculuğa çıkmadan önce yazı yazmak istedim ve bugün çok güzel bi gündü o yüzden biraz daha yazma isteği uyandırdı içimde. Güzel bi gün olmasının nedeni, basketbolu çok severim ve bu sene Türkiye, Eurobasket 2017'nin ev sahipliğini yapan ülkelerden bir tanesi. Şampiyonada gönüllü çalışmak için başvurmuştum ve bugün Skype aracılığıyla yaptığım mülakat sonucunda kabul edildim. VIP konuk karşılamasında çalışacağım büyük ihtimalle. Bu bilgiyi neden veriyorum çünkü bu organizasyon yüzünden Türkiye'ye dönüş tarihim belli oldu sayılabilir. 22 Temmuzda eğitim başlıyor bu da benim 22 Temmuzdan önce Türkiye'ye dönmem demek. 27 Temmuza kadardı vizem ama 5-10 günün lafını yapmicam böyle bi organizasyon için kjfgkjfg. Türkiye'de maçı olan ülkelerden bi tanesi de Letonya, KURTULAMIYORUM ÜLKESİNDEN DE İNSANLARINDAN DA KJFKLSDJFLKS.
Geçen hafta ilk sınavımı oldum ve uluslararası çektiğim kopya sayesinde iyi geçti. Teşekkür ederim canım sınıf arkadaşım Alperen <33.
Yolculuğum konusunda, yarın Hollanda'ya uçuyoruz. Büyük ihtimalle Eindhoven, Amsterdam, Rotterdam(buraya gitmek istemiyorum, arkadaşlarımın aklına girebilirsem başka bi şehirle değiştirmeye çalışıcam) ve Volendam'a gideceğiz. Sonrasında Belçika'ya geçicez, ben hep Brugge'e gitmek istemiştim ama bilmiyorum oraya gidebilecek miyiz, Brüksel'e gideceğimiz kesin ama Brugge konusunda çalkantılı bi durumdayız. Döndükten sonrasındaysa cruise gemisiyle Stockholm'e gidicem bi kaç günlüğüne. Bu arada, Hollanda ve Belçika gezisi yüzünden bi sınavı kaçırıyorum. Hoca bir sonraki hafta sınava girebileceğimi söyledi ama sınava tek gireceğim büyük ihtimal İŞTE BU HİÇ İYİ OLMADI JFGHDFGJKD.
Online olarak aldığım bi ders vardı o ders hakkında da hiçbi şey yapmadım yani. Bakalım nolucak gerçekten çok merak içindeyim, o kadar rahat davranıyorum ki ve HER YAZIMDA BUNDAN O KADAR ÇOK BAHSEDİYORUM Kİ BEN SIKILDIM ARTIK DKSJLKGHJFGKLJFG.
Yazmadığım süre zarfında yurttan taşındım, şehir merkezinde bi hostelde kalmaya başladım ve AYNI FİYATA. Yurttan kat bin kat daha iyi ve şehir merkezine yürümeyle 15 dakika. Yurttan şehir merkezine otobüsle 15-20 dakikada geliyodum.
Mart ayında 10 günlüğüne İstanbul'a geldim. Biraz zorunlu bi gelişti biraz da kendi isteğimdi açıkcası. Ben buraya gelirken haddinden fazla kıyafet getirdiğim için, hatta ve hatta annem beni ziyaret etmeye gelirken yanında bir bavul daha kıyafet getirdiği için, kış bitince (ki bitmemiş, Letonya'da kış hiç bitmiyo, KESİN BİLGİ) kışlıklarımı İstanbul'a geri götürdüm. Antidepresan gibi geldi yemin ediyorum canına yandığımın şehri.
Artık kalkıp çantamı hazırlamam gerekiyor, döndükten sonra gerçekten Letonya'nın ve Erasmus'un biraz daha gerçek yüzü hakkında konuşucam.
Sizi seviyorum.
Do svidaniya.
Her neyse. Yolculuğa çıkmadan önce yazı yazmak istedim ve bugün çok güzel bi gündü o yüzden biraz daha yazma isteği uyandırdı içimde. Güzel bi gün olmasının nedeni, basketbolu çok severim ve bu sene Türkiye, Eurobasket 2017'nin ev sahipliğini yapan ülkelerden bir tanesi. Şampiyonada gönüllü çalışmak için başvurmuştum ve bugün Skype aracılığıyla yaptığım mülakat sonucunda kabul edildim. VIP konuk karşılamasında çalışacağım büyük ihtimalle. Bu bilgiyi neden veriyorum çünkü bu organizasyon yüzünden Türkiye'ye dönüş tarihim belli oldu sayılabilir. 22 Temmuzda eğitim başlıyor bu da benim 22 Temmuzdan önce Türkiye'ye dönmem demek. 27 Temmuza kadardı vizem ama 5-10 günün lafını yapmicam böyle bi organizasyon için kjfgkjfg. Türkiye'de maçı olan ülkelerden bi tanesi de Letonya, KURTULAMIYORUM ÜLKESİNDEN DE İNSANLARINDAN DA KJFKLSDJFLKS.
Geçen hafta ilk sınavımı oldum ve uluslararası çektiğim kopya sayesinde iyi geçti. Teşekkür ederim canım sınıf arkadaşım Alperen <33.
Yolculuğum konusunda, yarın Hollanda'ya uçuyoruz. Büyük ihtimalle Eindhoven, Amsterdam, Rotterdam(buraya gitmek istemiyorum, arkadaşlarımın aklına girebilirsem başka bi şehirle değiştirmeye çalışıcam) ve Volendam'a gideceğiz. Sonrasında Belçika'ya geçicez, ben hep Brugge'e gitmek istemiştim ama bilmiyorum oraya gidebilecek miyiz, Brüksel'e gideceğimiz kesin ama Brugge konusunda çalkantılı bi durumdayız. Döndükten sonrasındaysa cruise gemisiyle Stockholm'e gidicem bi kaç günlüğüne. Bu arada, Hollanda ve Belçika gezisi yüzünden bi sınavı kaçırıyorum. Hoca bir sonraki hafta sınava girebileceğimi söyledi ama sınava tek gireceğim büyük ihtimal İŞTE BU HİÇ İYİ OLMADI JFGHDFGJKD.
Online olarak aldığım bi ders vardı o ders hakkında da hiçbi şey yapmadım yani. Bakalım nolucak gerçekten çok merak içindeyim, o kadar rahat davranıyorum ki ve HER YAZIMDA BUNDAN O KADAR ÇOK BAHSEDİYORUM Kİ BEN SIKILDIM ARTIK DKSJLKGHJFGKLJFG.
Yazmadığım süre zarfında yurttan taşındım, şehir merkezinde bi hostelde kalmaya başladım ve AYNI FİYATA. Yurttan kat bin kat daha iyi ve şehir merkezine yürümeyle 15 dakika. Yurttan şehir merkezine otobüsle 15-20 dakikada geliyodum.
Mart ayında 10 günlüğüne İstanbul'a geldim. Biraz zorunlu bi gelişti biraz da kendi isteğimdi açıkcası. Ben buraya gelirken haddinden fazla kıyafet getirdiğim için, hatta ve hatta annem beni ziyaret etmeye gelirken yanında bir bavul daha kıyafet getirdiği için, kış bitince (ki bitmemiş, Letonya'da kış hiç bitmiyo, KESİN BİLGİ) kışlıklarımı İstanbul'a geri götürdüm. Antidepresan gibi geldi yemin ediyorum canına yandığımın şehri.
Artık kalkıp çantamı hazırlamam gerekiyor, döndükten sonra gerçekten Letonya'nın ve Erasmus'un biraz daha gerçek yüzü hakkında konuşucam.
Sizi seviyorum.
Do svidaniya.
Etiketler:
amsterdam,
belçika,
brugge,
brüksel,
eindhoven,
erasmus,
eurobasket,
hollanda,
istanbul,
isveç,
letonya,
letonya üniversitesi,
letonyada erasmus,
rotterdam,
stockholm,
volendam
22 Şubat 2017 Çarşamba
Aynı Bokun Laciverti
Bi söz anca bu kadar tercüman olabilirdi şu an yaşadıklarıma sanırım.
İkinci dönem adına çok umutluydum aslında, yeni arkadaşlıklar, yeni tecrübeler
diye düşünürken hiçte öyle olmadı. Tamam, belki bu ön yargıya varmak için çok
erken olabilir ama en azından şu anlık ben böyle hissediyorum. Türkiye'yi öyle
özledim ki. Ben bile kendime inanamıyorum. Ama bir yandan da Erasmus hiç
bitmesin istiyorum. Bi yandan da gerçekten bunaldım artık. İçimdeki ses diyor
ki, bu hislerim Türkiye'ye gidene kadar baki kalacak. Sonrasında "ben niye
burdayım" sorgulamalarına geri dönecek gibiyim. Ülkemin toplum yapısını
bozan insanları çıkartsam, efsane bi kampa toplayıp onları eğitimli, ferah
düzeyleri yüksek insanlara dönüştürüp geri bıraksam ülkeye ülkece
rahatlayacağız. Eğitim önemli, gerçekten. Türkiye gördüğüm bir çok ülkeden çok
daha daha ilerde bir ülke. Ama insanlarımız hakkında aynı şeyi
söyleyemeyeceğim. Bu kadar dert yakınma yeterse yazıma başlıyorum. Şimdiden iyi
okumalar, Türkiye'de olanlar benim yerime taşı toprağı öperse sevinirim.
Geçen yazımda bahsettiğim o geziyle başlamak istiyorum.
İlk durağımız Oslo'ydu ve indiğimiz havaalanı şehir merkezine 1 saat
uzaklıktaydı. Kafamızdaki düşünce ne kadar az para harcayabilirsek o kadar iyi
olduğu için başladık etrafımızdaki insanlara şehir merkezine mi gittiklerini
sormaya. Arkadaşım Leh bir çift buldu, bizi şehir merkezine kadar bıraktılar.
Ben gayet otostop çektik, para ödemicez mantığıyla bakıyodum olaya fakat şehir
merkezine geldiğimizde öyle olmadığını anladık. Leh abimiz otobüsün yarı fiyatı
paramızı aldı ve bize "Norveç'te hiçbir şey bedava değildir" dedi.
Dedim hadi öyle olsun abicim, arabada güzel güzel konuşurken iyiydi..
sklfjlskdjf neyse şehirde azıcık gezindik, sırtımızda çantalar olduğu için ilk
gün çok abartmak istemedik. Hostumuz şehir merkezine yarım saatlik uzaklıkta
oturuyordu ve evine gitmemiz için otobüse binmemiz gerek idi. Bilet fiyatları
desen aşşşşırı pahalı, tek gidiş 4 euro dedim sen napıyosun abi, öyle olunca
kaçak bindik. Tüm yolculuk boyunca diken üstünde gidiyosun çok stresli bi durum
illallah ettim tüm Oslo'da kaldığım süre boyunca. Bi kez tam yakalanmak
üzereydik, otobüsten indik, kontrolcüler bize otobüsün içinden el salladılar
fdjgkdf bak hala aklıma geldikçe gülüyorum. Oslo'da 4 gece 5 gün kaldık ama bi
5 gün daha verseler kalırdım.. Bi daha imkanım olsa tekrar giderim, öyle güzel
bi şehirdi. Oslodayken en çok kurduğumuz cümle bu şehrin 10 sene ileride
yaşadığıydı.
Hostumuzun manzarası |
Kuş kardeeeeğğşş |
En sefdiğim poz, haberim yokmuş gibi çek |
İkinci durağımız Varşova'ydı. Burda 2 gece 3 gün kaldık ve hostumuz Türktü. Şehir ehhh yani görülecek pek bi yanı yok açıkcası ama gerçekten ucuz bi ülke. Bu şehrin kendine has bi kokusu vardı ve kokladığım en güzel şehir diyebilirim. Sokaklardaki banklarda bir buton var ve bastığınızda Chopin çalmaya başlıyor, çok hoştu.
Rus&İtalyan-Rus&Alman-Hırvat&Boşnak ve Türk karışımı |
Sonraki durağımız Maaaalmö idi. İsveçlilerin yaratıcı zekaları nasıl bu
kadar gelişmiş gerçekten bilmiyorum ama mükemmel bir milletler. Malmödeki
hostumuz Letondu. Malmö havaalanından şehir merkezine otostop çekerken
şansımıza bizi Boşnak birisi arabasına aldı ve havadan sudan konuşurken
zamanında Norveç'te bir Türkle birlikte yaşadığını ve arabasında Türkçe
şarkılar olduğunu söyledi ve MURAT KEKİLLİ BU AKŞAM ÖLÜRÜM açtı dfshuashdhf.
Sonrasında MFÖ de açtı sağolsun ama o şok bana yeterdi.
İskandinavyadaki en uzun bina |
En büyük kurtarıcımız, sandviçlerimiz!
Sondan bir önceki durağımız, Kopenhagtı ve bu şekilde İskandinavyanın
hepsini gezmiş bulundum. Kopenhag diğer şehirlerden çok daha farklı, çok daha
teknolojik bir şehirdi. Kendimi biraz daha İstanbul'da hissettirdi bana.
Burda da toplu taşıma çok pahalı olduğu için yine kaçak bindik ve kapının
önünde beklerken kontrolcü aniden içeri girdi, kendimi nasıl dışarı attığımı
hatırlamıyorum o an hadkfjsdj. Şehrin içerisinde Christiana özerk bölgesi
var, ot içmek serbest ve her yerde torbacılar var. O bölgede fotoğraf çekmek
yasak olduğundan dolayı fotoğraf çekemedim :(. Şehrin sokakları ot kokuyordu
zaten, öyle bir şehirdi. Yaşam standartları çok yüksek bi şehir. Osloyla
Kopenhag kapışır her türlü.
Kopenhag'ın ardından Kaunas'a geçiş yaptık, arkadaşlarım orda kalmayıp
Riga'ya döndüler ama ben 4-5 gün civarı Kaunas'ta kaldım. Daha önceden
Litvanyaya gitmiştim ve Vilnius'a aşık olmuştum önceki yazımdan hatırlayacak
olursanız ama Kaunas için aynısını söyleyemeyeceğim. Birincisi zaten küçücük
bir şehir, ikincisi Litvanya çok gelişmiş bir ülke olmadığından dolayı çok da
bir şey beklememek gerekiyor.
9th Fort isimli yere gittim. Burası önceden Yahudi hapishanesiymiş ve
Yahudiler burada katledilirmiş. Burası bana insan ırkını sorgulattı ve çok
duygusal anlar yaşattı. Kaunas'ın ardından Riga'ya geri döndüm.
11 günlük bu gezimde -Kaunas hariç- 300 euro bütçeyle gitmiştim ama
120-150 euro arası bir harcamam oldu. Bundaki en büyük etken yemekleri hep
kaldığımız evlerde yaptık, öğlenleri yine yaptığımız sandviçleri yedik, her
şeyi indirgeyerek yaşamaya çalıştık yani. Letonya'dan yanımıza aldığımız
yemekler bitmek üzereyken Polonya'da olduğumuz için ve orası da ucuz bir ülke
olduğu için Polonya'dan yanımıza doldurduk yine yemekleri. Yolda olduğumuz
tüm süre zarfında aslında her şey anlattığım kadarıyla ve göründüğü kadarıyla
çok güzel gözüküyor ama bir de işin gerçek yüzü var. Her gün ortalama 10 km
civarı yürümek, sağlıksız beslenmek, düzgün uyuyamamak, uyuduğun yerin rahat
olmaması, sırtında yaklaşık 8 kg bir yük olması insanı çok yıpratıyor.
Arkadaşlarımla konuşurken ve onlar bana "ya çok şanslısın" tarzı
şeyler söylerken şanslı olduğum konusunda ben de onlara katılıyordum ama
onlar bunun ne kadar yorucu olduğunu göremiyorlardı. Yine de çoğu kişinin
dediği gibi, yol insana çok şey katıyor ve insanın gördükçe göresi geliyor,
yetinemiyor.
Bunların sonrasında bir de Minsk'e gitme hikayem oldu ama gerçekten Minsk
hakkında konuşmak istemiyorum ya dfhjsdhfjk. Gittiğime, gidiceğime pişman
oldum diyebilirim. Aşırı sıradan bir şehir, ne kendine has çok bir şeyi var
ne de başka bi özelliği var.
Ders konularını hala tam anlamıyla halletmiş değilim, baya da rahat
davranıyorum, bunun sonucu bana çok kötü bir şekilde dönecek gibi sanki ama
bakalım.. Bu dönem Rusça almaya başladım, aşırı zor bir dil değil ve
öğrendikçe öğrenesim geliyor gerçekten. Sonunda kendi bölümümle ilgili
dersler alabiliyorum bu dönem, geçen dönem reklamcılıkla ilgili bir tane bile
dersim yoktu, bu dönem 4 tane var.
Tüm bu Erasmus sürecinde kendime çok fazla kattığım şey oldu belki evet
ama aynı zamanda kendimden birçok şey kaybettim. Kitap okuyamıyorum artık
eskisi gibi ve kendimi geliştiremiyorum. O kadar laylaylom bir hayat
yaşıyorum ki Türkiye'ye temelli döndükten sonra Boğaziçi Köprüsünden
atlamışım da denize çakılmışım etkisi yaşayacağım sanırım. Bu dönem bu konuda
kendimi biraz daha zorlamaya çalışacağım.
Yavaş yavaş aslında Erasmus'un gerçekten bitmek üzere olduğunun farkına
varıyorum ve içimi tarif edilemez bir burukluk kaplıyor. Bitmek üzere dediğim
de daha en az 4 ayım var ve daha şimdiden böyleyim. Riga'da olmadığım süre
zarflarında Riga'yı özlemeye başladım artık.
Seni seviyorum Riga.
|
Etiketler:
9th fort,
christiana,
couchsurfing,
danimarka,
erasmus,
iskandinavya,
isveç,
kaunas,
letonya,
letonyada erasmus,
litvanya,
malmö,
norveç,
oslo,
polonya,
reklamcılık,
riga,
turning torso,
varşova,
vilnius
5 Aralık 2016 Pazartesi
Uzun Bir Aranın Ardından..
Nasıl olduğu hakkında neredeyse hiçbir fikrim olmamasına rağmen, yazmaya zaman bulamadım bu 4 ay içerisinde. Ne yapıyorsun bu kadar derseniz, gerçekten hiçbir fikrim yok. Erasmusun ilk aylarındaki o "ABİ HADİ GİTMİYOR MUYUZ CLUBLARA BARLARA?!?!?!?!?" evresi sona erdi. Bir yerden sonra insan bunalıyor o hayattan. Bu yazım, bu blogun en uzun yazılarından biri olmaya daha şimdiden aday çünkü geçirdiğim 4 ayı özetlercesine yazmaya çalışacağım. Bu yazıyı da dersten yazıyorum. Özür dilerim hocam ama içeriği efsane güzel olan bu dersi nasıl bu kadar sıkıcı bir hale getirdiğiniz hakkında hiçbir fikrim yok ve bu yüzden dersinizi kendi işlerimi bitirmek için kullanıyorum çünkü devam zorunluluğunuz var. İyi ki Türkçe bilmiyorsunuz ve bu blogu okuma ihtimaliniz %0,0001. Her neyse, hadi başlayalım!
*Bu 4 ayda nerelere gittim?
İlk gezi planımı oda arkadaşlarımla hazırladım. Rigadan otobüsle Tallinn(Estonya), ardından cruise gemisiyle Helsinki(Finlandiya). Otobüs ve cruise gemisi biletlerimizi 2 hafta öncesinden aldığımız için ikisi de normalden daha ucuza geldi. Üzerinden çok fazla zaman geçtiği için şu an kesin bir fiyat söyleyemeyeceğim ama iki biletin gidiş dönüş ortalama fiyatı 50-60 euro olması gerek. İlk durağımız olan Tallinn'de ortalama 2-3 saatimiz vardı. O süre zarfı içinde hostel bulup 2 gün sonrası için rezervasyon yaptırdık. Kişi başı 12 euro ödedik. Tallinn hakkında ilk görüşlerim fena değildi, Riga'dan daha küçük gibi gözüküyordu benim için. Tallinn'e ilk gittiğimiz gün zamanımız olmadığı için hiçbir şey yapmadık, gemiye binip Helsinkiye geçtik. 4 saat civarı bir gemi yolculuğumuz oldu yanlış hatırlamıyorsam. Daha kısa olanları da vardı fakat daha pahalıydı tabiki. Helsinki aşırı pahalı bir şehir olduğu için couchsurfing kullandık. Helsinki'ye inene kadar couchumuz cevap vermemişti. Tamamen plansız programsız gittik yani. Couchluğumuzu yapan kişi bugüne kadar tanıdığım en değişik insanlardan biri olabilir. Ne iş yaptığını kesin olarak bilmiyorum fakat politikayla ilgili bir iş olma ihtimali yüksek. Sorduğumuz zaman "serbest meslek" tarzı bir cevap almıştık fakat biz Helsinkideyken Rus Konsolosluğunun davetine katıldı vs vs. Aşırı bilgili bir insandı ve Türkiye'yi benden daha çok gezmişti. 3 farklı ülkenin pasaportuna sahipti. 6dan fazla dil biliyordu yanlış hatırlamıyorsam. Bize ren geyiği pişirdi biz oradayken. Böyle insanların hala var olması gelecek hakkındaki düşüncelerimi biraz olsun yumuşatıyor. Helsinki çok hoş ve modern bir şehir ve bir o kadar da pahalı. Kaldığımız 2 gün boyunca couchumuzun yaptığı ren geyiği dışında neredeyse hep Mc Donalds'tan cheeseburger yedik çünkü ülkedeki en ucuz şey oydu.
Oda arkadaşlarım! |
Suomenlinna Adası |
Couchumuzun evinin neredeyse tüm duvarları bunlarla kaplıydı. |
Couchumuzla ren geyiği gecesi! (Tişörte dikkat hahaha) |
Helsinki maceramızın ardından Tallinn'e geri döndük. Tallinn'de 1 gün geçirdik ki gayet yeterli bi süre bu Tallinn için bence. Klasik bir Baltık ülkesi. Letonyadan ekonomik olarak daha güçlü, bunu şehirdeki yapılara ve arabalara baktığınızda hissedebiliyorsunuz. Genel olarak Tallinn hakkındaki yorumum eh. Tallinn'i tam olarak açıklayacak olan kelime eh bence gerçekten. Tam oturuyor. Eh.
Tallinn Old Town |
Hayatımda ilk kez canlı olarak gördüğüm minnoşlar minnoşu sincap |
Yaşasın oda arkadaşları! <3 |
Deli bir Uruguay aşığıyımdır ve hostelin kapısında bu bayrağı görünce delirmiştim |
Baltık ülkelerini bitirdikten sonra sonunda avrupanın göbeği Almanya'ya gitme şansım oldu. Öyle ya da böyle herhangi bir şekilde Erasmus yaptığım sürede gitmek istiyordum ve aldığım bir ders sayesinde sınıfça Almanya'ya gittik. İki gün civarı Almanya'nın küçük minnoş şehri Greifswald'da kaldık. Şehir çok küçük, nüfus çok az olsa da insan gerçekten "gerçek" Avrupa olduğunu hissediyor. Baltık ülkeleriyle karşılaştırılamaz bile. Ardından bir günlüğüne Berlin'e geçtik, Alman Parlamentosunu gezdik ve Angela Merkel'le fotoğraf çekilme şansımız oldu. Berlin'e BA YIL DIM. Aşırı pahalıydı. Kendimi Türkiye'de gibi hissettim. Her yerde Türkçe tabelalar, Türk yemekleri vs. Asıl konuya gelecek olursam, bir keresinde internette, yurtdışında döner yerseniz bir daha Türkiyedeki dönerleri beğenmezsiniz tarzında bir şey okumuştum ve aşırı saçma gelmişti bana AMA HAYATIMDA YEDİĞİM EN GÜZEL DÖNERİ ALMANYADA YEDİM. Acı ama gerçek.
Angela Merkel bbeebbbeeeğğiiiimmmmm!!! |
Şimdi ise sırada Oslo>Varşova>Malmö>Kopenhag>Kaunas var. Bu uçuşların tamamını aşşşırı ucuza aldık ama gideceğimiz ülkeler aşırı pahalı, ne olucak bilmiyorum. 11 günlük bir gezi olucak aşırı heyecanlıyım. Ocağın sonunda başlayıp şubatın başında bitecek.
**************************************************************************
Dersler konusuna gelecek olursam ki hiç gelmek istemiyorum çünkü tüm hayatım boyunca yaşadığım en tembel seneyi yaşıyorum diyebilirim. Yazmam gereken iki tane makale var şu an. Ne bok yiceğimi bilmediğim çokca ders var. İkinci dönemin derslerini bir an önce seçmem gerek. Bakalım görelim neler olucak.
Umarım zaman yaratıp gerçekten yazmaya devam ederim, yazdıkça o zamanları hatırlayıp kendi kendime derin düşüncelere daldım. Döndükten sonra bu satırları okuyup derin depresyona girecekmişim gibi bir his var içimde şu an.
Dersler konusuna gelecek olursam ki hiç gelmek istemiyorum çünkü tüm hayatım boyunca yaşadığım en tembel seneyi yaşıyorum diyebilirim. Yazmam gereken iki tane makale var şu an. Ne bok yiceğimi bilmediğim çokca ders var. İkinci dönemin derslerini bir an önce seçmem gerek. Bakalım görelim neler olucak.
Umarım zaman yaratıp gerçekten yazmaya devam ederim, yazdıkça o zamanları hatırlayıp kendi kendime derin düşüncelere daldım. Döndükten sonra bu satırları okuyup derin depresyona girecekmişim gibi bir his var içimde şu an.
Bana ve yazma şeklime rağmen buraya kadar okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Sevgiyle kalın ve unutmayın insan elindekinin kıymetini kaybedince anlıyor. Ne alaka bilmiyorum ama, evet.
26 Ağustos 2016 Cuma
Rigada Yasam
Merhabalar,
Bu yazimda size Rīgadaki yasam sartlarini anlatacagim. Yaziyi ulusal kutuphanede yazdigim icin Turkce klavye yok :( bu konuda affiniza siginiyorum. Baslik baslik yazmayi dusunuyorum. Simdiden iyi okumalar.
*Toplu Tasima ve Ulkedeki Yasli Nufusu
Sehirde toplu tasima olarak troleybus, otobus, minibus, tramvay ve taksi kullaniliyor. Minibus disinda hepsini kullandim. Eger ogrenciyseniz ogrenci belgenizle birlikte kart cikartma merkezine (adini tamamen salladim su an) gittiginiz takdirde fotografiniz yoksa orda fotografinizi cekiyorlar, fotografla giderseniz verdiginiz fotografi kullandiklari bir kart cikartiyorlar. Bu kart 10 sene gecerli, yani seneler sonra Rīgaya gelirseniz, toplu tasimayi indirimli bir sekilde kullanmaya devam edebilirsiniz. Bizdeki gibi abonman sistemleri var, bir aylik ogrenci abonman kartinin ucreti 16 euro. Sanirim Istanbuldakiyle neredeyse ayni. Otobuslerde karti kullanma sekilleri biraz bizimkinden farkli. Bizde herkesin on kapidan binip kartini okutmasi gerekirken burada istedigin kapidan binip istedigin okuyucudan okutabilirsin. Istersen okutmaya da bilirsin. Kart basmadin diye seni linc edicek otobus soforu yok. Bazi gunler kontrol oluyor, kontrolculer iki durak arasi bir bolgede otobusu durdurup kartlarimizi bir makineye okutup, ucret odeyip odemedigimizi kontrol ediyorlar. Tamamen sans isi yani. Kartini kullanmayanlara henuz nasil bir ceza uygulandigini bilmiyorum fakat otobusten indiriyorlar, gerisi muallak benim icin.
Ulkedeki yasli nufusu konusuna gelecek olursak, ben Turkiyede bi senede bu kadar cok yasliyi bir arada gormuyorumdur. Herkes yasli resmen ulkede. Buraya acilen en az uc cocuk politikasi getirilmesi gerek dsuhuhdjdsfk. Genc jenerasyon da var ama sehirde nereye giderseniz gidin kadinlarin, yaslilarin ve yasli kadinlarin cogunlugu goze carpiyor.
*Sokaklarin Temizligi
Beni en cok uzen konulardan birisi de bu. Yerde ne bir izmarit ne de baska bir cop yok. Sehrin en kotu yerlerinden birinde oturmama ragmen orda da durum ayni bu sekilde. Bu konu beni cok uzuyor cunku aynisini Turkiyedeki sehirler icin soyleyebilmeyi o kadar cok isterdim ki. Turkiyede her 15-20 metrede bir copcu gorurken burda nerdeyse hic gormuyorum cunku gerek yok!
*Rus musun Leton mu?!
Letonyanin %40i Rus. Birbirlerine o kadar cok benziyorlar ki konusmadiklari surece anlamaniz bence imkansiz. Hatta bazen konustuklarinda bile hangi irktan olduklarini anlayamiyorsunuz cunku Letonlar da Rusca konusuyorlar. Anlamanin cok cok basit bir yolu var. Bir mekanda sesli bir sekilde konusup taskinlik cikaran biri varsa o kisi %90 Rustur. Cunku Letonlar o kadar sessiz sakin ve huzurlu insanlar ki boyle seyleri hic yapmiyorlar. Letonyada iki kez laf yedim ve ikisi de Ruslar tarafindandi. Oda arkadasimin baba tarafi Rus oldugu icin soylenenleri anlayip bana ceviriyor............. Letonlar hala az da olsa sovyetlerin etkisindeler ve eski nesil zamaninda Rusca ile buyudugu icin su anki nesil de az cok Rusca konusuyor. Ulkenin resmi dili Letonca fakat insanlar kendi iclerinde daha cok Rusca konusuyorlar bence. Letonlar bunun onune gecmek icin ucretsiz olarak Letonca kursu veriyorlar. Leton bir arkadasim is yerinde elinden geldigince Letonca konusmaya calistigini, eger bu sekilde Rusca konusmaya devam ederlerse dillerini kaybedeceklerini dusundugunden bahsetti ki bence hakli.
*Alisveris Konusu
Yiyecek-icecek fiyatlari sanirim Turkiyedekiyle az cok ayni. Tabi bazi seyler cok cok ucuzken bazi seyler de daha pahali. Mesela Turkiyede bir biraya 5 Turk lirasi verirken burda bir biraya 60 cent oduyorsunuz. Ama Turkiyede sutu 1 liraya alirken burda sutu 1 euroya aliyorsunuz. Alkol gercekten asiri ucuz ve cok fazla cesit var. Bira sudan ucuz desem yeridir.
Kiyafet alisverisi de az cok Turkiyedekiyle ayni. Kazak fiyatlarina baktim 12 euro civarindalardi. Marka magazalarda bile tisortler 5 euro. Benim gozumu korkutmuslardi Letonyada kiyafetler cok pahali mutlaka yaninda cok esya gotur diye ama burda eski esyalari satip yenileri bile alinabilinir. Bana bi tisort 80 liraya denk geliyor demislerdi ve gayet 15 liraya denk geliyor tisortler.
Ayni bizde oldugu gibi pazarlari var ve buna Tirgus diyorlar. Marketten alicaginiz urunlerin daha dogalini, daha tazesini ve daha ucuzunu burdan alabilirsiniz. Her gun acik ve sadece meyve sebze satmiyorlar, et, balik, peynir, cicek vs. satiyorlar, yani her seyi bulabiliceginiz bir yer.
*Insanlar
Sehirde herkes pozitif enerji saciyor resmen. Insanlarin cogu toplu tasima yerine bisiklet kullanmayi tercih ediyor. Hayatlarindan zevk aliyorlar resmen. Kimse asik suratiyla sizin de modunuzu dusurmuyor. Cocuklariyla cok fazla vakit geciriyorlar ve gercekten onlari cok onemsiyorlar. Geldigimden beri o kadar az aglayan cocuk gordum ki. Hepsi birey oldugunun farkindalar ve neyi yapip neyi yapmamalari gerektigini biliyor gibiler. Insanlar genel olarak cok yardimseverler, agactan elma toplamaya calisirken agacin diger tarafinda daha guzel elmalar oldugunu soyleyip bizim icin toplayanlar oldu. Yolda dolasirken yuzumde gerizekali bi gulumseme olusmasina sebep oluyor bu sehir ve bu sehrin insanlari. Gecenin 4unde 3 kadin issiz yollarda rahatca yuruyebilmek zamaninda benim icin hayalken burda rahatca yurumeyi gectim dans ederek yuruyoruz.
*Sehrin Kucuklugu -goreceli- ve Hava Durumu
Sehir bana gore cok buyuk bir sehir degil. Oyleki, Istanbuldakine benzer sekilde sehir ikiye ayriliyor ama sehri ayiran sey deniz yerine nehir. Ve sehri birlestiren kopruyu yuruyerek yaklasik 4-5 dakikada gecebiliyorsunuz. Tabi sehrin cok uzak yerleri de var, denize girebilmek icin sehir icinde 1 saatlik yol gittimiz de oldu ama orasi biraz sehir disi sayiliyor. Ama genel olarak sehirde her yere yuruyerek gidebilirsiniz bence.
Hava durumuna gelirsek bunu anlatmanin en kolay yolu bir hafta icerisinde hem kazak ve bot hem de sort ve askili giydigimi soylemek olur diye dusunuyorum. Eger gunes varsa hava gercekten cok cok sicak oluyor (buranin cok cok sicagi en fazla 27 derece). Ama gunes yoksa 15-16 derece civarlarinda dolaniyor o da yaz oldugu icin. Eylulden sonra hava 5-6 derece dolaylarinda olacak diyorlar, ne kadar dogru ne kadar yanlis gorucez. Kis aylari icinse, baltik denizinin dondugunu ve arabalarin deniz uzerinden Helsinkiye gittiklerini soylediler. Yorumu size birakiyorum.
*Letonya Ulusal Kutuphanesi
Yani su an bu yaziyi yazdigim yer. Bu yazimda cok fazla Turkiye ve Istanbulu karalamis gibi olucam ama sadece gercekten gercekleri yazmaya calisiyorum. Kutuphanenin konumu oyle guzel bir yerde ve o kadar guzel bir manzarasi var ki sirf oturmak icin bile kutuphaneye gelesi geliyor insanin. Mimarisi mukemmel. Iceri girdigimde guzelliginden yere cokup aglayasim gelmisti. Eger buraya gelirseniz mutlaka bu kutuphaneyi ve egitime ne kadar onem verdiklerini gorun. Ve eminim ki Istanbulda olsaydi, buraya kesinlikle otel yapilirdi.
Kutuphanenin distan gorunusu |
Kutuphanenin icinden bir goruntu
Son olarak, Letonca kursum bugun itibariyle bitti ve A1 seviyesini 10 uzerinden 6 puanla gectim.
Kendinize iyi bakin ve kendinizi sevmeye devam edin.
|
18 Ağustos 2016 Perşembe
Riga!
Sveiki!
Bundan yarım sene önce birisi bana "sveiki!" deseydi senin de der geçerdim. Hayatın gerçekten ne getireceği hiç belli olmuyor, ben hala bu satırları Riga'nın soğuk ağustos akşamında yazdığıma inanamıyorum. Buraya geleli 12 gün oldu ve hala bazen Riga'da olduğumu unutuyorum.
6 Ağustos gününden itibaren başımdan geçenleri hatırladığım kadarıyla yazmaya çalışacağım, günü gününe yazamadım bazı şeyleri o yüzden nasıl bir yazı olucağı hakkında hiçbir fikrim yok açıkcası.
6 Ağustos günü sabahı yaşadığım o duygu karmaşasını tarif edebilicek hiçbir kelime bilmiyorum. Keşke edebiyat bilgim o kadar çok olsaydı ki size de o duyguyu tamamen geçirebilseydim. Ama sanırım kendinizi benim yerime koymanız da bi nebze o duyguları hissetmenizi sağlayabilir. 3 bavulla Riga'ya gitmek üzere Atatürk Havaalanına geldim. Tabiki 3 bavul kilo sınırını hayli hayli aştı. 18 kilo fazlam geldi.. 3 bavul 2'ye, 18 kilo ise 6 kiloya düşebildi. Sevdiğim insanlardan gelme şansı olanlar beni uğurlamaya geldiler, gelme imkanı olmayanlar ise bütün enerjileri ile yanımdalardı. Hepsine ne kadar teşekkür etsem az, o iğrenç stres dolu anlarımda benimle birliktelerdi. Ama artık gitme vaktim gelmişti ve pasaport kontrolünü geçtikten sonra her şeyin değişiceğine dair bi his oluştu içimde. Ardından uçağa bindik ve 3 saat sonra Rigadaydık. Bizi kapalı bir hava karşıladı. 25 derece cehennem sıcağından 15 derece serin havaya gelmek ilk başta çok güzeldi ama şu an aynı şekilde düşünüyor muyum pek emin değilim.
Sonraki gün ufak bir Riga gezisi yaptık ve gerçekten bu şehre hayran kaldım. Sessiz, ufak, temiz, yeşil gerçekten yaşanılası bir şehir.
Durgava nehri |
Aslında daha çok fotoğraf var şehre ait fakat nedense yükleyemiyorum. Şehir euro bazından düşünülürse ucuz bir şehir bence. Ama Türk lirasına döndürdüğünüz zaman nerdeyse Türkiyeyle aynı fiyat oluyor. Tabi bazı şeyler çok çok ucuz, örneğin alkol. Türkiyede bi biraya 6 lira verirken burda bira 60 cent. Güzel bir mekanda içmek isterseniz 2-3 euro civarında değişiyor. Yemeklerden konu açılmışken, şu ana kadar yediğim Leton yemeklerinin hepsine bayıldım ki ben biraz yemek ayırt eden birisiyimdir. Kendilerine ait olan kirazlı bira ve ballı birayı denedim, kirazlı bira gerçekten mükemmel, ballı bira da güzel ama puanım 10 üzerinden 6 olur ona sanırım. Ve yerel içkileri balzam! Gerçekten muazzam bir likör, balzam çayları da var, kışın hastalandıkları zaman içiyorlarmış genelde. Ağır ve baharatlı bir alkol olduğundan hastalığa bire bir olduğunu düşünüyorum. Balzam çayını da denedim, o da güzeldi.
Gelelim okul konusuna. Şu an okulumun ücretsiz verdiği Letonca kursuna gidiyorum, haftanın 3 günü 10.00dan 13.15e, 2 günü ise 10.00dan 15.30a kadar. Eğer ki benim gibi sadece Türkçe ve İngilizce biliyorsanız Letonca aşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşırı zor bir dil bence. Çünkü Türkçe ve İngilizce'de cinsiyet yok ve Letonca'da her şeyin cinsiyeti var.. Merhaba derken bile cinsiyete göre söylüyorsunuz. Dili nasıl tanımlayacağımı bile bilmiyorum açıkcası. Geçen cuma kitap açmalı sınav olduk 40 üzerinden 32 aldım ama haftaya gerçek sınav var ve kitap açamayacağım o yüzden biraz yusuflardayım şu sıra. Çoğu şeyin Türkçede karşılığı nerdeyse olmadığı için not çıkartmakta zorlanıyorum. Sadece bi kurstan ibaret olsa tamam boşvereyim ama kurs 6 kredi, boru değil afedersiniz.
Letonya'da olduğum süre zarfında sadece Riga'da kalmadım. Riga'nın yanında Baltık denizine kıyısı bulunan çok tontiriş bir şehir olan Jurmalaya gittim. Oraya da bayıldım. Baltık denizinde yüzdüm ama yaptığıma yüzmek denir mi bilmiyorum çünkü denize girdiğim zaman hava 15 derece civarındaydı ve su da 6-7 derecedir diye düşünüyorum ve bu sebeplerden dolayı sadece deli gibi titreyip donmamaya çalıştım. Ama yine de çok güzeldi, sanırım bu haftasonu tekrardan gideceğiz. Jurmalaya Rigadan tren var ve 1.40 euro. Trene bindikten yaklaşık 20-25 dakika sonra Jurmalada oluyorsunuz.
Şansımıza biz geldikten tam bir hafta sonra Riga şehir festivali vardı ve gerçekten çok güzeldi. Tüm şehirde etkinlikler vardı, geleneksel öğeler doluydu her taraf. Cumartesi akşamı havaifişek gösterisi vardı, söylemem gerekir ki biz yeni yılı kutlarken bile bu kadar çok havaifişek kullanmıyoruzdur.
Jurmala'da çıktığımız kulenin manzarası |
Baltık Denizi |
Son olarak, yakında 1 haftalık bir boşluğumuz olacak, o boşlukta Helsinki ve Talinn'e gitmek istiyoruz. Gelişmeleri buraya yazıcağımdan emin olabilirsiniz. Görüşmek üzere, kendinize iyi davranmaya devam edin!
Not:Çektiğim fotoğrafları paylaşmak için yeni bir instagram hesabı oluşturdum. Takip etmek isterseniz www.instagram.com/januserv kişisel hesabımsa www.instagram.com/erva624
Etiketler:
baltık,
baltık denizi,
balzam,
daugava,
daugava nehri,
erasmus,
helsinki,
jurmala,
letonca,
letonya,
letonya üniversitesi,
letonyada erasmus,
reklamcılık,
riga,
riga festivali,
riga şehir festivali,
talinn
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)